Bekir Ağabey, kendisine Üstad'ın talebelerinin davası teklif edilince, vekâletname hazırlamak üzere, hapiste tutulan Nur talebelerini ziyarete gitmiş. Gerekli işlemleri yaptıktan sonra onlara sormuş; "Siz hemen tahliyenizi mi istiyorsunuz, yoksa biraz geç de olsa beraatinizi mi? Önce onu söyleyin!.." Kur'an hizmetinin o fedakâr hâdimleri, sanki söz birliği etmişçesine, "Bizim tahliyemiz ya da beraatimiz de ne demek; biz Risaleler'in serbest olmasını ve davamızın beraatini istiyoruz!.. Biz burada on sene yatsak da razıyız; siz ulvî davamızın müdafaasına çalışınız!.." deyince, Bekir Abi adeta donakalmış, duyduğu bu sözlerden çok etkilenmiş ve o andan itibaren hizmet-i Kur'aniye'nin samimi hizmetkârı olmaktan başka bir gaye gütmeden yaşamış; ömrünü iman davasının müdafaasına adamış.
Merhum Bekir Abi, şecaat izhar etmesi gerektiği zamanlara ait kendisiyle alâkalı bazı hadiseleri anlatmaktan çekinmezdi; "Şu müdafaada böyle seslendim, bu mahkemede şöyle söyledim; savcının iddialarını şu şekilde boşa çıkardım!" dediği çok olurdu. Hatta, hapishanede beraber kaldığımız günlerde bazen gece yarısı beni uyandırdığını, "Hoca, kalk; ne yatıyorsun?!." deyip kendisine yönelmemi heyecanla beklediğini ve "Öyle bir delil buldum ki, işte şimdi adamların canına okudum!" dediğini hatırlarım. Onun bu türlü sözleri zâhiren iddia gibi de anlaşılabilirdi; fakat, aslında o beyanlar, ehl-i imanı idama mahkum etmek isteyen zalimlere karşı cesurca duruşunun ifadesiydi. Yoksa, o temelde çok mütevazı bir insandı.